19 Nisan 2010 Pazartesi

Fethi Paşa Korusu

Hayatın sanki üzerime bir çığ gibi gelmesinden usanıp, "bugün kendimi dinlendirerek, gezmeliyim" diyerekten Beşiktaş'a geldim. Güzergah Üsküdar'dı. Bu kez yüksekten boğazı izlemekti beni dinlendiren. Vapura binmeyi özlemiştim. Baharın şenliğine uyum sağlayan denizin kokusu, oturduğum koltuktan beni alıp bir başka yere götürüyordu.
Fethi Paşa Korusu'na üç-dört ay önce eski kız arkadaşım götürmüştü ilk beni. Bu ikinci gidişim oldu. Lakin nasıl gidildiğini unutmuşum. Üsküdar'da vapurdan indikten sonra çok bakımlı olmayan -biraz da serseri görünümlü- yaşlı bir adama yerini sordum. Yürürken adamla muhabbet etmeye başladık. Hakikaten serseriymiş, cezaevinde yatmış, bir şeyler bir şeyler... Fakat, göründüğünün aksine oldukça kültürlüydü. İzlanda'daki volkanik püskürmenin neden olduğu kül bulutu yüzünden Türkiye'deki bazı havalimanlarının geçici olarak ulaşıma kapandığını falan biliyordu.
İstanbul'da lale zamanı hala devam ediyor. Görüntüler hoştu.
Derken, yokuşu çıkmaya başladım. Renkler; yeşil, beyaz ve griydi. Gökyüzü mavisi de tabii ki. Etraf deniz manzaralı, bol oksijenli restoranlarla doluydu. Bir tanesinde TRT ekibi çekim yapıyordu. O an TRT'de çalışan Fatma ablam geldi aklıma.
İnsanlar genellikle sevgilileri-eşleriyle gelmişlerdi bu restoranlara. İşte ben de orada azınlıktaki yanlızlardandım. Bir parça burukluk olduğunu itiraf etmeliyim. Temmuz'a kadar sevgili istememe kararına gerçekten sadık kalabilecek miyim, bilmiyorum. Vapur'da da çok hoş bir bayan dikkatimi çekmişti aslında. Ama, hedeflerime ulaşıncaya kadar bir süre bir ilişki içine girmemem doğru olur her halükarda.
İşte o dinlendirici manzara. Ağaçların arasından, dalgalı deniz sanki pürüzsüzmüşcesine uzanıyor. Hava sıcak ama rahatlatıcı.
Dönüşte denize sıfır, bankların olduğu bir parkta oturup manzara keyfi yapmak istedim. Gürültüyü duymuyor insan. Sadece "an"ın tadına varıyorsun.
Bunun üzerine boğaza karşı bir çay içmesem olmazdı. İstanbul anlattı, ben dinledim. Ben anlattım, İstanbul dinledi.

Bugün, hayatımızda ne kadar bunaltıcı şeyler olursa olsun, Dünya'nın hala yaşamaya değer bir yer olduğunu anladım.

7 yorum:

. dedi ki...

İstanbulu seviyorum,o keşmekeşliğinin yanı sıra insanın gönlünü almak istermişcesine göz önüne serdiği güzellikleri yaşayabilmek ne güzel...
Tüm fotoğraflar çok güzel ama ben o bir bardak çayda takılı kaldım...

Hayatını biriyle paylaşmak güzeldir,ancak sen ulaşmak istediğin şeylere engel olarak göreceksen,temmuza kadar bekle bence,kendini de karşındaki kişiyi de mutsuz edersin...

Şunu da unutma ama aşkın takvimi yoktur,aniden çıkar karşına...

güzellikler yaşaman dileğiyle...

Ömür dedi ki...

fotoğları beğenmenize sevindim. güzel yorumunuz için de ayrıca teşekkür ederim :) tavsiyelerinize kulak vereceğim.

boğaza karşı çay içmek hakikaten güzel -ki ben çok sevmem çayı- denemediyseniz bir de akşamüstü vapurla boğaz turu yaparken içmenizi tavsiye ederim.

. dedi ki...

Ne yazık ki bu dediğin sadece uzak bir hayal benim için...
en azından şimdilik...

Ömür dedi ki...

siz hayal etmeye devam edin, belki umduğunuzdan daha çabuk gerçekleşir dilekleriniz. (bugünkü geziden sonra bir günlüğüne pozitif bir insan oldum)

siz de istanbul'u gezme fırsatınız olduğu zamanlar yazarsınız, bizler de keyifle okuruz bir gün umarım.

. dedi ki...

Umarım...

. dedi ki...

hikaye blogunu tekrar açtım,uğramak istersen diye haber vereyim dedim :))

Ömür dedi ki...

yeniden açılmasına çok sevindim :) teşekkür ederim. hemen bakacağım